21.11.2009

Sonra

I.
sen beni aklına nasıl estiyse öyle sevdin
göğsümdeki martıları dinledin
şarkılarıma baygınlaştın
çocuk hallerime sevindin
dokunacak yıldızlar yaptın kendine sevdamın kırıntılarından

sonra
çıngır çıngır bir sabah ezanı yastığımda


II.
amaçsız gündüzlere uyandırdın dudaklarımı
sözcüklerimde uğuldayan rast rüzgarlardı
savurdun melez saçlarını yürüdün
ürkek kasımpatları yitirdiler renklerini
içimdeki şangırtıyı bir türlü hayra yoramadım

sonra
ciyak ciyak bir ambulans kapımda

III.
selamı sabahı kesti seni benimle bilenler
yatılı okulun ilk akşamında kalakaldım
sen beni nasıl estiyse öyle sevdin ya, kabul
giderken rüzgarını da alsaydın ya yanına
bu kadar hızlı bozulmazdı gözlerim
bu kadar görünmezdi kamburum
her şarkı bir başka çökmezdi yüreğime
yere yere bakmazdım yürürken

sonra
cayır cayır gözyaşları avucumda

23.10.2009

Akşam, yine akşam...

"Seven başarır
ve özgürdür teslim eden ruh
kendini aşkın malum zorbalığına."

Cervantes - Don Kişot

Bir günü yaşamanın kaçınılmaz bedeli, akşamı da yaşamak zorunluluğuna olur koymaktır. Denemelerin - yanılmaların, inat etmelerin, vazgeçmelerin, gitmekle kalmak arasındaki çırpınmaların merhabasına karşılık vermektir akşamlarla gelen.

Sevdasını karaya boyamışların tek beklentisi, yalnızlıklarını daha sımsıkı sarabilmenin avuntusudur belki. Esrik ve umutsuz yaşamların akşamdan gayrı 'merhaba' vereni kalmaz pek. Bu nedenledir ki, ayrık olanların yüreklerini bir kez daha kanırtmalarının yakışır suçlusudur günün batışı...

İçini dökememenin, konuşamamanın, hatta susamamanın hüznüyle insanlar yaklaşabildikleri tek şeyi yaren tutarlar.

Son akşamı...

29 Temmuz '96 - Değirmenköy

Ufak-Tefek Şiir

yarım-yamalak gör beni
parça-buçuk işit

az-biraz bil beni
bölük-pörçük sev

28.01.1985 - Çorlu

Sesinden Başka

yerine hiç bir şeyi koyamıyorum biliyor musun
yarın sesini bir daha duyabilmek adına
aptal bir yaşamla oyalanıyorum her gün

sevdamın sevdamda karşılığı yok
sesinden başka
yaralanıyorum

avunuyorum
yetiniyorum
sürükleniyorum yarınki sesine

senden sonra
senden başka
senden fazla
hiç kimseyi sevememek derdi kahrediyor beni
anlayamıyorum

Aralık 1993 - Silivri

19.10.2009

Düttürü Dünya

- Bünyamin gülsün diye -

"Baya bak baya
Düdük olmuş ötüyor"
Orhan Veli

I. Şenay'a bak Şenay'a
Düdek olmuş ötüyor

II. Ege' ye bakma Ege' ye
Fülüt de olsa ötemez.


4.10.2009

Ölecek Kadar Özledim

palaspandırasım ey annem
parasız yatılı itilmişliği elli yaş hıçkırığım

mağrurum, boyumdan uzun
gebersem yanaşmayacak kadar sırtlanlar gülüşüne
içimde tuz buz bindokuzyüzseksen-üç

mahpusa pasta, geline kına, ölüye helva annem
hüngür hüngür sensizliğim
kuşku yok, mezarımı yırtacak çaresizliğim

ah o kahpe kalp hançeri cunta

23.09.2009

Bayrampatları


Kül Olmaya Razı Beyit

ben nice bir günahı giyindim ki ey derviş
alazı bu dünyada sarılmakta cismime

için ki her ikindi yüzüm al görünür

Patlar Bayramı


31.08.2009

Maşukiye


Ferizliye Rubai

dillerinden dökülen ya elmastır ya yakut
rüya değil gördüğün, yakan zehrini uyut

kalbine ferah esen akla da şifa, bilsen
ışığı gözlerinden ta içine çevirsen

elindeki mücevher ya tılsımlı bir tavus
ya kalan zamanına apaydın bir kılavuz

'yan bir ömür derdine, eyvahlarla oyalan'
sonundasın o yolun, şimdi zamanı, uyan

13.07.2009

silivri

ablama

baştan sona ürpertiydi uykumuz
sabahın ısırgan dalları dolanırdı ayaklarımıza
akşam üstleri havadar düşlerimizi özler
herkesten çok kendimizden kaçırırdık yüreğimizi
hiç bir babanın kokmadığı kadar yabancı, uzak

unutabildin mi vişne dalındaki kan damlasını

babaanne duaları mı yatıştırdı can acını
kelebek kanatların sarhoş fırtınaya yenik
işlediğin her nakışta daha sıkı sarılmalar
ne yapsan, yaşamaya itiyordu ilkgençliğin
silivri: düşüp tohuma durduğun toprak

onarabildin mi ağzındaki yırtılmış kahkahanı

6.07.2009

Dili Damağı Kurumuş Sayıklamalar

*
insan ellisine varınca avuçlarına düşermiş yüreği
uzayan akşamlarda keşke tadında yutkunmalar
ufkun ötelerini merak etmekten vazgeçip
görmeden geçtiklerini şimdi keşfetmek gibi

**
şu ah sözcüğü ne yaman
göğüs kafesimize yetmezken gücü
sonsuzluğu yutacak denli büyütür dilimizi

***
içim-dışım gri tonlarında ebruli

uzak yoldan gelse o hattuşaş gülüşlü
eflatun damlamakta ağzında çiçekleri

ah desem dal kırılır
demesem şarap ekşir

geniş çarşaflara dökmeli bu iki rengi

dem uzasın
söz dinlensin
gece uykuyu beklesin

27.06.2009

Hasret Giderdik

şakağımda
müntehir bir sancı
eskimiş yüzün

avucun
etten kemikten buzdağı
omuz donduran

ağzında
yalan yılan
sonu gelmez langırtın

ne iyi ettin de geldin
ne iyi ettim de gördüm
ne iyi ettik de gömdük birbirimizi

8.06.2009

Yangın Sonrası

o hep beklemiş kimsesizi ara, çoğal
o ıssız bedene sarıl, ısın
o cılız sesi dinle, gürleş
o derin kuyuya eğil, genişle
o titrek ışığa yüz çevir, yıkan gözyaşınla

yoksa her dem eyvah-ı biçare
yoksa her ümit ziyan-ı beşer
yoksa her kuytunda vaveyla
yoksa her taş koşsun dağına
yoksa her gül dikeninden yaralı

o içindeki çarşı-pazarda cümbüşlen, durul
yoksa bütün çul-çaput bir kıvılcım aşkında

sen kül giyinmekte inat ettikçe

7.06.2009


...

gelseydin ne olurdu
son kez gelseydin
-üşüyen çırılçıplak gövdemi taşıdım bir nehir yatağına-
terlemiş alnıma küçük parmak uçlarınla dokunsaydın
karanfil baygını ağzınla öpseydin dudaklarımı
orda öylece ölseydim
kapasaydın göz kapaklarımı
çekip gitseydin sonra
kimsenin ruhu duymasaydı

5.06.2009


Taylan Çocuk Tahliye Olamadı

çığlık çığlığa geldi sesi avludan
canhıraş sancılar tuttu penceremizi

köhnemiş gülüşleri kurban verdik usuldan
yeni yeni dikenler bürüdü günlerimizi

Kötümser Beyitler

aşk kokan sular hızla çekildi avuçlarımdan
parmaklarım tutunamazlığın hırsında kördüğüm

kedere sıvanmış balçık döküldü dudaklarımdan
eski sevdalardan arta kalan süzme bal güldüğüm

14.05.2009

Sevgiliye Bir Şarkı

"Bir insandan zorla bir şey alınabilir ama,
zorla bir şey verilemez." (Panait Istrati)

Başkasının yeşili bahar getirmez sana
Ellerin çiçeğiyle şenlik gelmez dalına
Sen kendi gönlündeki sevinçlere sarıl bak
Beklesen vurmaz hazan, gönlündeki sevdana.

Nasıl istersen söyle, tanışmıyor olalım
Çıkmam artık yoluna, yasak bilsin ayağım
Avutamaz bilirsin bir başka sevda beni
Önce gönlüm kıpırdar, sonra kalpte duyarım.

Uçarı baharları toplarsın eteğine
Dünya senle şenlenir, hep muhtaç sevincine
Sensiz kuşlar şakımaz, küser yaprak çiçeğe
Benzi solar güllerin, dalında kurur meyve.

Önce sen bırak beni, ben geçmeden herşeyden
Son giden olma sakın, mutlaka gideceksen
Yitirdiğim an seni, avutmasın hiçbir şey
Senin terk ettiğine ben önem vermem zaten.

( Shakespeare - Soneler' den devşirme )

13.05.2009

Kezzap Tadında

Elimde resmin ve ben şimdi ağlamaklıyım
geçti yıllar, bitti zaman
ardıma bakmalı mıyım

Yokluk insan yokluğudur, durgun sularda ışık beklemek gibi
derin bir yara izi alın çatımda suskun yürüyen
yeşil turunç bahçeleri kokusunda
uzun, gülümseten geceden sabaha

Hazır asker sözlerim amma
defterim sayfasız, heyhat

Heyhat, kezzap tadında bir sızı boğazımda düğümlü
için için sızlayan kimsesiz, ıssız gece
çıra kokulu tutuşmalar sabaha keşke

Keşke lavanta sürünmüş yıkanmalar
diş macunu lezzetinde alt dudak, bıyık, çene
terlemeler keşke bir daha

Sisli öyküler aklını başından alır şiirin
özlü sözün çetrefili dipte vurgun yemek
kozalak ateşi, kırlangıç dönüşü, burun kökü sızlamaları
en çok ta uykuya varamamak
en çok ta utanmak hayranlığımdan.

Asıl nankörün kelliği-fodulluğu çatlatacak kıçımdan beni

İç, ağla, sonra hışımla duvara gönder kadehi
yırt bu sayfayı,
o uyuz rast şarkıya yapış, züğürt tesellisi (*)
kendine neo-klasiklerden yeni bir tümör edin

Hadi koçum, yarın pazartesi
çivit kokulu gün

23.01.- 06.03.2005

(*) "Bir kendi gibi zalimi sevmiş, yanıyormuş"

İki Satırlık Sarmalar

"ah sen ki baştan sona kedersin"
Bünyamin Durali


hiç bir sözün teselli etme gücü kalmamış bir akşamüstü benimki
sırtımda şekilsiz bir kambura istiflenmiş cevapsız binlerce soru

vazgeçtim, avuç içlerim suskun bir kimsesizliği ısıtamayacak
parmak uçlarım erimiş yalnızlıktan, uzak kal dilimin dikeninden

anlamsızlığına kurban ol durup dönüp geriye bakmanın
kaybetme korkusu gerçeğinden çok sarsalar her bilinci

kösnü kendine mecburdur; it kılıklı, yarınsız, vahşi
tutku efendi sana; ister filizkıranın, ister İsa’ nın eli

sevda gülün dikeni, bir aptalın kahkaha bilmez gülüşü, olsa olsa gülün adı
ama ille de aşk

aşk, çünkü aşk
kadar aynayım sana

kır
çoğalt seni

29.04.2009


Gıkım Çıkmıyor

Dudaklarımı avuçiçlerine gömüp
parmakuçlarını usulca öptüren
bileklerinden dirseklerine koklayarak yürüten
körkütük bir yürekle yanaşıyorum kıyılarına

Dünyayı insanları sevgileri
sen varsın diye yeniden yorumladım
ezberlemeyi öğrendim bilmediğim şiirleri

Her geçen gün daha fazla hoşnut olduğum
pırıl pırıl bir kafayla demir atıyorum limanlarına

Sonra güneşler açıyorsun susarak
elim ayağım kesiliyor
durup seyrediyorum güzelleşmeni

26.04.2009

Yakuti Gül

biliyordun susacaktım
açılırken kırılan her gül gibi
bir yanı yaralı gülüşlerin
tünelin ucuna ışık olur mu bir şiir
boynundaki yılanı söker alır mı sözcükler
bilmiyordum ama gül-dün
takıldığın dikenli daldan
seyrettik yakuti bahçelerini

22.04.2009

Gün Doğduran

I
ben artık bu kapılardan sensiz giremiyorum, biliyor musun
bu odalar yalnızlığım; koyu, yapışkan, inatçı
kuytulardan kurtarıp sürüklediğin günbatımlarından
her geriye dönüşte kimsesizlik kaygısı ama

II
takvimler saydım, söylemiş miydim
gecikmişsin tam dört uykusuz zemheri, bir ıssız defter
“zaman sensin” diyeceğim, buna iznim yok
can törpümü yavaşlattı gülüşün

III
fecir beyitleri okuduğum o çilingir sen olsaydın
"ciğerinizi dilimleyip sözünüze sarıyorsunuz"
ya da Üsküdar levanteni makadam sokaklarda
serin – pak bir yağmurla abdestli çırılçıplak gövdemi
secdede çarşaflayan evliya bıyıklı ambulans şoförü

IV
ben artık
sen gidersen yarınım yok
bir yatsı cinneti daha taşımaz bedenim

“zaman sensin” ( Aragon – Elsa’ya Şiir )

28.12.1995 - Silivri

Hayatın Şiirini Yazmak

bu günde bir zaman dilimini yaşayabilip
gözyaşlarını dökebildiysen hıçkırıksız

başardıysan yüreğini sermeyi
haykırmadan, coşkuluyken, sessizce

dört duvar ortasındayken yaşıyorsan dünyanın
tahayyül edemeyeceğin göğüslerinde

gün çiçekleri dokumuşsan yastığına
suskun bir gece yarısı

tek bir sevdan bile varsa, değişilemez
sitemlerin kendineyse çoğunluk
ve karıncalanmaktaysa parmaklar
hayatın şiirini yazıyorsun demektir.

1983

17.04.2009

Ertelenemez Şiir

Hızla eskiyen hayatların biz yorgun hamallarıydık
riyasız bir merhaba
yemyeşil bir hoşgeldin
sıcacık iki sözcük
bir bardak çayın ince belli öpüşleri
alıverirdi sırtımızdan çeyrek asırlık yüklerimizi

Pası silinirdi dilimizin, yüzümüzün, aklımızın, ciğerimizin
sevinirdik
ışıldardık kulak memelerimize varınca
bir ömürlük daha bilenirdik müstakbel çilelere
yürekli bir ‘siktir’ çekerdik dizimizin dibindeki ölüme
yaşanmış bir güzel günün daha hatırına
sapına kadar gülerdik
güneş ışıklarıyla selamlaşırdı bademciklerimiz

Eskiden beri bilirdik ya
ya da o gün bir daha öğrenirdik
ertelemenin şiiri yazılmaz
hayatı ertelemek olur da belki
umutla, sevinçle oyalanmak ömüre sığmaz

Nerde hata ettik biz sahi
yüklenmeye çalışırken sırtımıza ertelenemez hayatımızı
yanılgılarımızla demir çarık ettiğimiz
geçmişimizle mi sürükledik ayaklarımızı

02.11.1995 - Çorlu

Dün Bugün Yarın

Gördüğüm en umutlu yüz
Ay ışığında ağartmıştı dudaklarını
Bense gökkuşağı düşlemekten
Yorgun düşerdim

Uzaya başıboş bir çığlık fırlatıldı mı
Dünyalararası yolculukta doğum sancısı çeker bir ana
Güneşin sürüp suladığı toprak
Umutlar filizlemeli mutlak

Bahse girerim yarın
Bilinmez bir gezegende emekleyen bebeler
Kutup yıldızlarıyla misket oynayarak
Dünyalı kardeşlerine sofralarını açacak

Ateş, su ve hava
Hepsi bir yana
Cıvıl cıvıl bir dünya bahçesi
Coşkularıma

1982 - İstanbul

...

Avunmayı bir çocuktan öğrendim
Güleç bir çocuk yüzüydü
Elleri, ayaklarıyla da çocuktu
Duygusu, bilinciyle de

Farkındaydı çocukluğunun

O anda büyüktü benden
Daha mutlu
Daha özgür
Daha sevgili

Ve öğreteceğinden emindi avuntuyu

24.01.1985 – Karlıova

16.04.2009

İşte Bu İtirafımdır, Şarkılara Sığıntı

“Sevda derdi anam,
Ömür törpüsüdür, aman!”

“Dışarıda insanlar
ve sokaklarda melekler aradım” ben de, doğruya doğru.

Masmavi geceyarılarında yastıklara emanet bırakıp bölünmüş düşlerimi
Ateşböceği aşklarıyla koştum sabahçı kahvelerinin otuz mumluk ampullerine.

“Bırakma beni, gidemeyeyim” li şarkıların
‘ahh’ lı meyanları en çok benim canıma okumuştur o ara.

Beynimi burgaçlayıp sabahlara dek
“eski fotoğraflardan oyulmuş” yüzler yapıştırdım kendime.

Temmuz akşamlarında mumunu yitirmiş Diyojen deliliklerle koşturdum;
“hep karanlık”

Gözlerimde hüznün “ne yeşili, ne siyahı”
özlemden, umuttan arta kalanın yoktu rengi çünkü.

Ölene dek yaktığımız tek yürek ağrısı iken “sitem”
(yanıp gidiyorum ulan)
“bir ah” diyeyim, yetsin.

( Çekeyim dedim elimi gönül işinden, razı olayım kimsesizliğime
yalnızlığımla sevişip ölürüm bir gün elbet; cinnetim alır beni sonunda
en büyük aşka, hiçliğe falan… )

Gelinlik kızların kırk karınca yuvasından topladığı ‘murat toprağı’
gibi bakir, esrik bir sevdaydı avuçlarıma ufalanan ama…

Ama, bir de, “yağmurun elleri bile bu kadar güzel olabilemezdi”

Bu şarkı böyle miydi yahu?

Çorlu – 05.10.1996

Yaşadım Diyebilmek İçin

Boğazımıza sarılmış bir dünya bu
Büyük diyetlere kendimizi ödediğimiz…

Dişlerini alınlarımıza gömmüş
Kuytuların örümcek ağı unutulmuşluğunda.

Soluksuz tükenişlerin yazılmadan yaşanan
İnsansız devrimlerin ‘hep yenik’ tarihiydik.

( Unutmayı ezberledik küçük – mutlu yüz çizgilerini.
Yalnızlığı giydik bedenimize. İnsan seven aklımıza
‘hiç kimsesiz’ gelecekler dayattık. Evreni sığdırdığımız
o mangal yüreklerimize küçücük bir kıvılcım sıçrar diye
ölüm gibi ürperdik. Dünyayı değirmen edip, her sabah
yeniden kuşandığımız kargılarımızı ‘soyağacımız’ a dayadık,
uyuduk… Düşlerimizde bir dala asılı gördük kendimizi.
Uyandık, boğazımızda ip izleri vardı ve büyüklerimiz her sabah
kargımızın bıçağını bilediler biz dışarı çıkmadan. )

Birkaç soru yanaştı kıyımıza apansız
Belliydi yanıtları, ama biz uzak – ıssız
Sabahların yanıtsız med – ceziri uğruna
Az kaldı gökyüzünü mızrağa takacaktık.

Sonra birisi geldi.
Tuttu ellerimden.
Tüm soruların yanıtı ‘Yeter’ mi, dedi. ‘Evet’ dedim…
Sonra,
Uyandım ki, her şey gerçek.
23.09.1996 - Çorlu

15.04.2009

Yanıtı Belli Sorular

Şarkılar şimdi bir başka çöküyor yüreğimize
Şimdi ağırdan almak ister gönül söyleşileri
Parmaklarımızda bir sigaranın kararmaya yüz tütmüş ışığı
Avuçlarımızda bir çay bardağı; hüzün
Soluklarımızda sevdaya adanmış bir sözcük yumağı

Yakınmalarımı neden içime attım hep, düşünürüm
Neden ikilemle baktım geçmişime bunca yıl
Şüphe miydi, kararsızlık mı durgunluğum
Nedeni neydi doludizgin suskunluğumun

Öyle uzak mıydı ümit, oysa
Yüklerimi sevgiyle omuzluyordum
Karın ağrılarıma önem verse miydim
Yalan mı, korkuluklar pençesindeydim

Ilık bir yel bekledim gözlerim yarı aralık
Ufacık bir inci tanesini büyüttüm düşlerimde
Adımlarımı istemesem de geriye doğru attım
Şimdi kusursuz bir heykeli yontmakta sabrım

Hiç mi hoşnut kalmadık, nankör gelemeyiz
Avaz avaz hiç mi söylemedik bir gazeli
Paylaşılan gülüşlerde ürpermedik mi, yalanımız yok
Bir lokma ekmeğe katmadık mı sevgilerimizi

Sevdaya el bastık
Yaşamın aklığına
El bastık umuda
Yalanımız yok

Bingöl / Karlıova – Nisan 1985


Yüreğin O Büyük Sözlüğü

"Umutsuzluk; tabutuma çakılacak son çivi"
Salih Bolat

1.
takvimler takıldı ayaklarımıza, sürüklendik
yıllar avuçlarımıza yapıştı, katrana koktu zaman
sızdı alınlarımızdan göğüslerimize tel tel, yaşlı, çirkin binbir kahkaha
her düşüşünde gözkapaklarımız, yeni bir mor halkaydı göz açmanın bedeli

2.
lokmayı, hırkayı yük sayan dervişler tokluğunda
tüm sözcüklerini yitirmiş dilmaçlar kadar bitkin
uzak kıyıların yabanları gibi kaygılı
yanaştık kapısına yeni bir müntehir günün

3.
umut aklın eseridir sanılanın aksine
asıl beyni parıldayan insanın kocamandır yüreği
‘lam’ı, ‘cim’i yok usta
senin yarın dediğin sabaha uykusuz çıkmaktır biraz da

4.
parmaklarımızda zamanın yeni adı, adresi
kimliklerimizi bir balkondan göğün bakır tepsisine fırlattık
sonrası gümüşlenmiş bir sahildi ayaklarımızın dibinde

5.
şimdi ufkumuzda aklın özsuyu umut
ve suskunluk, yüreğin o büyük sözlüğü
bir de gözlerimiz
her yeni mor halkaya daha da parlayarak direnen

Gümüşyaka – 10.09.96

Islık Fısılda Bana

“Bilmeden sevilir mi, bir şey söyleyin…”
Ahmet Hamdi Tanpınar - Huzur

İhsan

Işıklarım maviye kör, aynalarım puslu
Yasak tüm dillerdeki şehvet sızan sözcükler

Nuran

İncecik bir şırınga ense kökümde
Beynime dayandı göz bebeklerim
Otomatik aygıtlar düne atıyor tarihleri
Ana rahmine dönmeye gün sayıyorum

Suad

Avuç terleten, göz kamaştıran her şey
Dizlerde dermanı kesen, yüreği sıkıştıran
Hayatı ölüme, gideni beklenmemeye bağlayan
Suskunluğun her sözü kusmak olduğu bugün
Aşk var ya

Mümtaz

Aşk var ya, intihar kadar vahim
Yuvarlanıp büyüyen çığ
Çektikçe uzayan kahır
Bilmemenin verdiği zor
Saçma sapan bir gerçeklik

Şair

Sekiz gündür uykum yok
Sekiz gündür sesim yok
Al şu kitabı başucumdan
Şiiri yastık altıma bırak

Uyumadan ne olur ıslık fısılda bana

20 Ağustos 2001 - Çorlu

13.04.2009

İkircikler

bir merhaba' dan ölür mü insan, ölür
kağıttan güller gibi koktuysa tanışmalar

* * *
yeşil, mavi, her neyse; günlerden çakır
hınzır bir dil sürçmesi bıyığımdan burnuma

* * *
Silivri' de batan kayığın Bodrum' da imi
bir bardak poşet çayı yüzememek Akdeniz

Zeus' un Gözleriyle


Kendime Teselli

Uzatma, avuçiçlerin terliydi,
Yağmur koşturmacasında cebimde unutmuştun sol elini.

Sen dönene kadar söz,
Soluğum ısıtacak parmaklarını.

07.03.2005

12.04.2009


Gölge Varsa

Her nerde ki o dedim
bir ikindide şuradan geçer dediler
geçti gitti gölgesine yüz sürdüm
kan kurumuş gölgesinde gazel okudum
el pençe divan durdum
Cafer Ünal – 18.02.2006



“-Bu ışık bolluğunda akşamı gelmez mi sanırdın?
Hazır ettin mi kandilini geceye, bre şaşkın?” dediler...

* * *

Dön ardına bir bak, gönlün erimiş yerde
Diktiğin urbaların çaputu hırka sana.

Uzat elini artık, yakmasın ruhu gece...

Ağaç oldu fidanın, ister yaslan, soluklan
İster çoban ateşi, sabahın ayazına...

* * *

Dediler ki; “ O günün kemalidir, kurban ol ikindiye
Devşirdiğin güllerin rengini verdi sana,
Kokusu uçup giden otlar düştü yükünden,
Omuzların akrepten, çıyandan geçilmezken
Çoğalan aydınlıkta birer birer düştüler.”

Dedim ki; “Gölge varsa gidilmemiştir,
Yüz sürülmüşse silinmemiştir,
Gazel okunmuş ey erenler, divan durulmuş
Gölge varsa gidilmemiştir..?”

“-İkindi” dediler, sustular.
19.02.2006 - Çorlu

Mahrem

1.
Çorlu' nun istediği, ne bir üstad, ne de bir öğreticiydi. Zamanı dolduran bir eğleticiydi aradığı, anladı ve vazgeçti.

2.
Avni, marjinal bir 'parya' idi, gönüldaş diye seçilmesine katiyyen katlanılamazdı. Seçen bedel öderdi.

3.
Simeranya ufukta bir yerde, ama simge olarak dahi dört köşe. Oysa Çorlu, kendi ufkundan bihaber... Bilgisi, kültürü tamam. Fazlası ya dirsek yer, ya tekme...

4.
Benim derdim; kendi ömür törpümü yavaşlatıp can acımı hafifletmek, o kadar.

5.
Kasabalılar şehre çıktıklarında kolsuz giyerler.

6.
"Zaman sen duruyorsun, zaman sen geriye gidiyorsun. Zaman, sen benim gamıma oynaş olmayı marifet sayıyorsun"
( Ayla Kutlu - Islak Güneş )
ya da

"Hiç düşünde bir dağın tepesinden yuvarlanır gibi oldun mu..? Şimdi ben gerçekten düşüyorum."
( Dostoyevski - Karamazov Kardeşler )

7.
Çorlu' nun ufkunda kalmaya razı olmak bile katlanılması çok zor bir eziyet...

8.
Şiirlerim mahremimdir, taslaklarım anadan üryanlığım, kendimi şair addederim.

9.
Ömrünün son çeyreğini kemirmeye başlayan bir adam için azıcık katık dileği çok mu yüzsüzlük oldu?

Yanılsama

“Yalnız seni seviyorum,
yalnız sana her şeyi söyleyeceğim.
Çünkü sana ihtiyacım var.”

Dostoyevski – Karamozov Kardeşler



Yakınmak fayda getirmese de bugün, içimizde geçmişten kalma nice sevda sızıları… Zamana çivilenmek arzusunu ateşleyen, her şeyi apayrı yerlerden çıkarıp bir araya getirmeyi zorunlu kılan suskun ümit yumakları.

Yoğun bir hızla uzaklaşıyor, erişilmez oluyor her şey…

Şimdi gitmek kalmaktan zor
Şimdi saçlarım arasında parmaklarının boşluğu
“Anlasana, acılar bitmedikçe olgunlaşmak da pek işe yaramaz.” demiştin.

Uzaklıklara karşı çıkan arayışlar; hep bir unutamamak derdi. Sevdalarımıza kör düğümler atıldı, ellerimizdeki bağ cehennemlerde bile çözülmeyecek… Severek yaşamamızın bedelini hiçbir şeyle ödeyemeyeceğimiz kaygısını yaşatıyorlar bize. Acılarımızın ömür boyu süreceğini kabullenmemizi istiyorlar. Sevinç ve mutlulukları düşlerimizde bile yakalayamayacağımızı artık anlamamız gerektiğini söylüyorlar.

Yüreğimizde tüm yoğunluğuyla taşıdığımız, bilincimizde gerçek anlamını çözümlediğimiz acılarımızı mutluluklarımıza kaynak etmemizi, dert ve sıkıntılarımızla yaşamamızın varlığımızın temel gerçeği olduğunu, bu avuntuyla teselli bulmamızı öğütlüyorlar.

Her şey anlamını yitiriyor. Tüm değerlerimizi altüst etmeye çabalıyorlar.

Direniyoruz, ama her dirençli günümüz acılarımızın çetelesine birkaç çentik ekliyor. Sevgiyi yüreğinde duyumsayan her insanoğlu yaşam acılarına dünden hazır. Dünden hazır ulaşamamaya, kıvranmalara… Yok oluşa direnen beyniyle ürettiği umacıların sunduğu zehir zemberek acılara dünden hazır.

Acılarımı büyütüyor seni sevmek
Uçurum kıyılarına itiliyor umutlarım
Uzak kal benden, yaşamımın anlamı
Anlasana, yalnızca sayfalarda gerçekleşmeli intihar.

Silivri – Aralık 93

En Güzel İtiraf

(…)
“Ertelemenin şiirini mutlaka yazabilmeliyim”
demişti bir de, hatırlıyorum. Ertelemenin ta kendisi olduğunu
bir anlayabilseydi bu işi rahatlıkla başarabilirdi, inanın…
Oysa, kimi umutları küçük bir bugün adına askıya almanın
ne denli büyük bir çıkmaz olduğunu sanırım siz de bilirsiniz.”
Mario LEVI - Madam Floridis Dönmeyebilir



Ömrümün çok önemli bir bölümünü yalnızca senin düşüncenle oyalanarak geçirmişim. Kaçırdığım fırsatları, yaşayamadığım tatlı düşleri, şimdi hayıflanarak da olsa özlediğim dopdolu bir gençlik coşkusunu sadece bir ‘görüntü’ ye değişmişim ben.

“Böyle olmasını ben de istemezdim ki!” demeye kalkışma sakın. Bu, bana söylediğin tek ve son yalan olur. Sevdamı kapkara bir örtü altında yaşamaya zorlayan; uzaklıkların, yan yana bile olunsa erişemezliklerin, sana aşık olma kavramını seni sevmek gerçekliğinden daha yüce tutmayı bu sevdanın tek koşulu haline getiren bu kopkoyu acıyla avunmaya, mutlu olmaya çabalıyorum. Beynim ve yüreğim her dakika müthiş acılarla kabuk değiştiriyor. Gömlek değiştiren bir yılanın doğal acısını ben insanca yaşıyor; gönlüm ve fikrimle allak bullak oluyor, sancılarla kıvranıyorum.

Her şey silinir bir gün
Masmavi kesilir her yer
Sen çıkagelmezsin,
Ben ölebilmem…

Çözümü olmayan, çıkış yolu bulamadığım, sıyrılmaya çabaladıkça daha fazla karmaşıklığına gömüldüğüm halde sevdamı her an büyüten, anlamlandıran; elimle tutup, gözümle görmeye çabaladıkça, tutulur, görülür olmaktan uzaklaştığını kavradığım şey…

Maviye kestiğinde dört yanım
Ve gövdem masmavi artık dediğimde
Sonuncu atışında kalbimin
Çıkageleceksin;

Orda bitecek zaman.

Bu saatten sonra en güzel itiraf, hiçbir şey bilmediğimi söylemek olacak. Hiç bir şey öğrenmek niyetinde olmadığımı da.


Eylül 1993 – Silivri

Arşiv

Fotoğrafım
Çorlu, Tekirdağ, Türkiye
İnsan olgunlaşmaz, olsa olsa acılarını olgunlaştırır.