29.04.2009


Gıkım Çıkmıyor

Dudaklarımı avuçiçlerine gömüp
parmakuçlarını usulca öptüren
bileklerinden dirseklerine koklayarak yürüten
körkütük bir yürekle yanaşıyorum kıyılarına

Dünyayı insanları sevgileri
sen varsın diye yeniden yorumladım
ezberlemeyi öğrendim bilmediğim şiirleri

Her geçen gün daha fazla hoşnut olduğum
pırıl pırıl bir kafayla demir atıyorum limanlarına

Sonra güneşler açıyorsun susarak
elim ayağım kesiliyor
durup seyrediyorum güzelleşmeni

26.04.2009

Yakuti Gül

biliyordun susacaktım
açılırken kırılan her gül gibi
bir yanı yaralı gülüşlerin
tünelin ucuna ışık olur mu bir şiir
boynundaki yılanı söker alır mı sözcükler
bilmiyordum ama gül-dün
takıldığın dikenli daldan
seyrettik yakuti bahçelerini

22.04.2009

Gün Doğduran

I
ben artık bu kapılardan sensiz giremiyorum, biliyor musun
bu odalar yalnızlığım; koyu, yapışkan, inatçı
kuytulardan kurtarıp sürüklediğin günbatımlarından
her geriye dönüşte kimsesizlik kaygısı ama

II
takvimler saydım, söylemiş miydim
gecikmişsin tam dört uykusuz zemheri, bir ıssız defter
“zaman sensin” diyeceğim, buna iznim yok
can törpümü yavaşlattı gülüşün

III
fecir beyitleri okuduğum o çilingir sen olsaydın
"ciğerinizi dilimleyip sözünüze sarıyorsunuz"
ya da Üsküdar levanteni makadam sokaklarda
serin – pak bir yağmurla abdestli çırılçıplak gövdemi
secdede çarşaflayan evliya bıyıklı ambulans şoförü

IV
ben artık
sen gidersen yarınım yok
bir yatsı cinneti daha taşımaz bedenim

“zaman sensin” ( Aragon – Elsa’ya Şiir )

28.12.1995 - Silivri

Hayatın Şiirini Yazmak

bu günde bir zaman dilimini yaşayabilip
gözyaşlarını dökebildiysen hıçkırıksız

başardıysan yüreğini sermeyi
haykırmadan, coşkuluyken, sessizce

dört duvar ortasındayken yaşıyorsan dünyanın
tahayyül edemeyeceğin göğüslerinde

gün çiçekleri dokumuşsan yastığına
suskun bir gece yarısı

tek bir sevdan bile varsa, değişilemez
sitemlerin kendineyse çoğunluk
ve karıncalanmaktaysa parmaklar
hayatın şiirini yazıyorsun demektir.

1983

17.04.2009

Ertelenemez Şiir

Hızla eskiyen hayatların biz yorgun hamallarıydık
riyasız bir merhaba
yemyeşil bir hoşgeldin
sıcacık iki sözcük
bir bardak çayın ince belli öpüşleri
alıverirdi sırtımızdan çeyrek asırlık yüklerimizi

Pası silinirdi dilimizin, yüzümüzün, aklımızın, ciğerimizin
sevinirdik
ışıldardık kulak memelerimize varınca
bir ömürlük daha bilenirdik müstakbel çilelere
yürekli bir ‘siktir’ çekerdik dizimizin dibindeki ölüme
yaşanmış bir güzel günün daha hatırına
sapına kadar gülerdik
güneş ışıklarıyla selamlaşırdı bademciklerimiz

Eskiden beri bilirdik ya
ya da o gün bir daha öğrenirdik
ertelemenin şiiri yazılmaz
hayatı ertelemek olur da belki
umutla, sevinçle oyalanmak ömüre sığmaz

Nerde hata ettik biz sahi
yüklenmeye çalışırken sırtımıza ertelenemez hayatımızı
yanılgılarımızla demir çarık ettiğimiz
geçmişimizle mi sürükledik ayaklarımızı

02.11.1995 - Çorlu

Dün Bugün Yarın

Gördüğüm en umutlu yüz
Ay ışığında ağartmıştı dudaklarını
Bense gökkuşağı düşlemekten
Yorgun düşerdim

Uzaya başıboş bir çığlık fırlatıldı mı
Dünyalararası yolculukta doğum sancısı çeker bir ana
Güneşin sürüp suladığı toprak
Umutlar filizlemeli mutlak

Bahse girerim yarın
Bilinmez bir gezegende emekleyen bebeler
Kutup yıldızlarıyla misket oynayarak
Dünyalı kardeşlerine sofralarını açacak

Ateş, su ve hava
Hepsi bir yana
Cıvıl cıvıl bir dünya bahçesi
Coşkularıma

1982 - İstanbul

...

Avunmayı bir çocuktan öğrendim
Güleç bir çocuk yüzüydü
Elleri, ayaklarıyla da çocuktu
Duygusu, bilinciyle de

Farkındaydı çocukluğunun

O anda büyüktü benden
Daha mutlu
Daha özgür
Daha sevgili

Ve öğreteceğinden emindi avuntuyu

24.01.1985 – Karlıova

16.04.2009

İşte Bu İtirafımdır, Şarkılara Sığıntı

“Sevda derdi anam,
Ömür törpüsüdür, aman!”

“Dışarıda insanlar
ve sokaklarda melekler aradım” ben de, doğruya doğru.

Masmavi geceyarılarında yastıklara emanet bırakıp bölünmüş düşlerimi
Ateşböceği aşklarıyla koştum sabahçı kahvelerinin otuz mumluk ampullerine.

“Bırakma beni, gidemeyeyim” li şarkıların
‘ahh’ lı meyanları en çok benim canıma okumuştur o ara.

Beynimi burgaçlayıp sabahlara dek
“eski fotoğraflardan oyulmuş” yüzler yapıştırdım kendime.

Temmuz akşamlarında mumunu yitirmiş Diyojen deliliklerle koşturdum;
“hep karanlık”

Gözlerimde hüznün “ne yeşili, ne siyahı”
özlemden, umuttan arta kalanın yoktu rengi çünkü.

Ölene dek yaktığımız tek yürek ağrısı iken “sitem”
(yanıp gidiyorum ulan)
“bir ah” diyeyim, yetsin.

( Çekeyim dedim elimi gönül işinden, razı olayım kimsesizliğime
yalnızlığımla sevişip ölürüm bir gün elbet; cinnetim alır beni sonunda
en büyük aşka, hiçliğe falan… )

Gelinlik kızların kırk karınca yuvasından topladığı ‘murat toprağı’
gibi bakir, esrik bir sevdaydı avuçlarıma ufalanan ama…

Ama, bir de, “yağmurun elleri bile bu kadar güzel olabilemezdi”

Bu şarkı böyle miydi yahu?

Çorlu – 05.10.1996

Yaşadım Diyebilmek İçin

Boğazımıza sarılmış bir dünya bu
Büyük diyetlere kendimizi ödediğimiz…

Dişlerini alınlarımıza gömmüş
Kuytuların örümcek ağı unutulmuşluğunda.

Soluksuz tükenişlerin yazılmadan yaşanan
İnsansız devrimlerin ‘hep yenik’ tarihiydik.

( Unutmayı ezberledik küçük – mutlu yüz çizgilerini.
Yalnızlığı giydik bedenimize. İnsan seven aklımıza
‘hiç kimsesiz’ gelecekler dayattık. Evreni sığdırdığımız
o mangal yüreklerimize küçücük bir kıvılcım sıçrar diye
ölüm gibi ürperdik. Dünyayı değirmen edip, her sabah
yeniden kuşandığımız kargılarımızı ‘soyağacımız’ a dayadık,
uyuduk… Düşlerimizde bir dala asılı gördük kendimizi.
Uyandık, boğazımızda ip izleri vardı ve büyüklerimiz her sabah
kargımızın bıçağını bilediler biz dışarı çıkmadan. )

Birkaç soru yanaştı kıyımıza apansız
Belliydi yanıtları, ama biz uzak – ıssız
Sabahların yanıtsız med – ceziri uğruna
Az kaldı gökyüzünü mızrağa takacaktık.

Sonra birisi geldi.
Tuttu ellerimden.
Tüm soruların yanıtı ‘Yeter’ mi, dedi. ‘Evet’ dedim…
Sonra,
Uyandım ki, her şey gerçek.
23.09.1996 - Çorlu

15.04.2009

Yanıtı Belli Sorular

Şarkılar şimdi bir başka çöküyor yüreğimize
Şimdi ağırdan almak ister gönül söyleşileri
Parmaklarımızda bir sigaranın kararmaya yüz tütmüş ışığı
Avuçlarımızda bir çay bardağı; hüzün
Soluklarımızda sevdaya adanmış bir sözcük yumağı

Yakınmalarımı neden içime attım hep, düşünürüm
Neden ikilemle baktım geçmişime bunca yıl
Şüphe miydi, kararsızlık mı durgunluğum
Nedeni neydi doludizgin suskunluğumun

Öyle uzak mıydı ümit, oysa
Yüklerimi sevgiyle omuzluyordum
Karın ağrılarıma önem verse miydim
Yalan mı, korkuluklar pençesindeydim

Ilık bir yel bekledim gözlerim yarı aralık
Ufacık bir inci tanesini büyüttüm düşlerimde
Adımlarımı istemesem de geriye doğru attım
Şimdi kusursuz bir heykeli yontmakta sabrım

Hiç mi hoşnut kalmadık, nankör gelemeyiz
Avaz avaz hiç mi söylemedik bir gazeli
Paylaşılan gülüşlerde ürpermedik mi, yalanımız yok
Bir lokma ekmeğe katmadık mı sevgilerimizi

Sevdaya el bastık
Yaşamın aklığına
El bastık umuda
Yalanımız yok

Bingöl / Karlıova – Nisan 1985


Yüreğin O Büyük Sözlüğü

"Umutsuzluk; tabutuma çakılacak son çivi"
Salih Bolat

1.
takvimler takıldı ayaklarımıza, sürüklendik
yıllar avuçlarımıza yapıştı, katrana koktu zaman
sızdı alınlarımızdan göğüslerimize tel tel, yaşlı, çirkin binbir kahkaha
her düşüşünde gözkapaklarımız, yeni bir mor halkaydı göz açmanın bedeli

2.
lokmayı, hırkayı yük sayan dervişler tokluğunda
tüm sözcüklerini yitirmiş dilmaçlar kadar bitkin
uzak kıyıların yabanları gibi kaygılı
yanaştık kapısına yeni bir müntehir günün

3.
umut aklın eseridir sanılanın aksine
asıl beyni parıldayan insanın kocamandır yüreği
‘lam’ı, ‘cim’i yok usta
senin yarın dediğin sabaha uykusuz çıkmaktır biraz da

4.
parmaklarımızda zamanın yeni adı, adresi
kimliklerimizi bir balkondan göğün bakır tepsisine fırlattık
sonrası gümüşlenmiş bir sahildi ayaklarımızın dibinde

5.
şimdi ufkumuzda aklın özsuyu umut
ve suskunluk, yüreğin o büyük sözlüğü
bir de gözlerimiz
her yeni mor halkaya daha da parlayarak direnen

Gümüşyaka – 10.09.96

Islık Fısılda Bana

“Bilmeden sevilir mi, bir şey söyleyin…”
Ahmet Hamdi Tanpınar - Huzur

İhsan

Işıklarım maviye kör, aynalarım puslu
Yasak tüm dillerdeki şehvet sızan sözcükler

Nuran

İncecik bir şırınga ense kökümde
Beynime dayandı göz bebeklerim
Otomatik aygıtlar düne atıyor tarihleri
Ana rahmine dönmeye gün sayıyorum

Suad

Avuç terleten, göz kamaştıran her şey
Dizlerde dermanı kesen, yüreği sıkıştıran
Hayatı ölüme, gideni beklenmemeye bağlayan
Suskunluğun her sözü kusmak olduğu bugün
Aşk var ya

Mümtaz

Aşk var ya, intihar kadar vahim
Yuvarlanıp büyüyen çığ
Çektikçe uzayan kahır
Bilmemenin verdiği zor
Saçma sapan bir gerçeklik

Şair

Sekiz gündür uykum yok
Sekiz gündür sesim yok
Al şu kitabı başucumdan
Şiiri yastık altıma bırak

Uyumadan ne olur ıslık fısılda bana

20 Ağustos 2001 - Çorlu

13.04.2009

İkircikler

bir merhaba' dan ölür mü insan, ölür
kağıttan güller gibi koktuysa tanışmalar

* * *
yeşil, mavi, her neyse; günlerden çakır
hınzır bir dil sürçmesi bıyığımdan burnuma

* * *
Silivri' de batan kayığın Bodrum' da imi
bir bardak poşet çayı yüzememek Akdeniz

Zeus' un Gözleriyle


Kendime Teselli

Uzatma, avuçiçlerin terliydi,
Yağmur koşturmacasında cebimde unutmuştun sol elini.

Sen dönene kadar söz,
Soluğum ısıtacak parmaklarını.

07.03.2005

12.04.2009


Gölge Varsa

Her nerde ki o dedim
bir ikindide şuradan geçer dediler
geçti gitti gölgesine yüz sürdüm
kan kurumuş gölgesinde gazel okudum
el pençe divan durdum
Cafer Ünal – 18.02.2006



“-Bu ışık bolluğunda akşamı gelmez mi sanırdın?
Hazır ettin mi kandilini geceye, bre şaşkın?” dediler...

* * *

Dön ardına bir bak, gönlün erimiş yerde
Diktiğin urbaların çaputu hırka sana.

Uzat elini artık, yakmasın ruhu gece...

Ağaç oldu fidanın, ister yaslan, soluklan
İster çoban ateşi, sabahın ayazına...

* * *

Dediler ki; “ O günün kemalidir, kurban ol ikindiye
Devşirdiğin güllerin rengini verdi sana,
Kokusu uçup giden otlar düştü yükünden,
Omuzların akrepten, çıyandan geçilmezken
Çoğalan aydınlıkta birer birer düştüler.”

Dedim ki; “Gölge varsa gidilmemiştir,
Yüz sürülmüşse silinmemiştir,
Gazel okunmuş ey erenler, divan durulmuş
Gölge varsa gidilmemiştir..?”

“-İkindi” dediler, sustular.
19.02.2006 - Çorlu

Mahrem

1.
Çorlu' nun istediği, ne bir üstad, ne de bir öğreticiydi. Zamanı dolduran bir eğleticiydi aradığı, anladı ve vazgeçti.

2.
Avni, marjinal bir 'parya' idi, gönüldaş diye seçilmesine katiyyen katlanılamazdı. Seçen bedel öderdi.

3.
Simeranya ufukta bir yerde, ama simge olarak dahi dört köşe. Oysa Çorlu, kendi ufkundan bihaber... Bilgisi, kültürü tamam. Fazlası ya dirsek yer, ya tekme...

4.
Benim derdim; kendi ömür törpümü yavaşlatıp can acımı hafifletmek, o kadar.

5.
Kasabalılar şehre çıktıklarında kolsuz giyerler.

6.
"Zaman sen duruyorsun, zaman sen geriye gidiyorsun. Zaman, sen benim gamıma oynaş olmayı marifet sayıyorsun"
( Ayla Kutlu - Islak Güneş )
ya da

"Hiç düşünde bir dağın tepesinden yuvarlanır gibi oldun mu..? Şimdi ben gerçekten düşüyorum."
( Dostoyevski - Karamazov Kardeşler )

7.
Çorlu' nun ufkunda kalmaya razı olmak bile katlanılması çok zor bir eziyet...

8.
Şiirlerim mahremimdir, taslaklarım anadan üryanlığım, kendimi şair addederim.

9.
Ömrünün son çeyreğini kemirmeye başlayan bir adam için azıcık katık dileği çok mu yüzsüzlük oldu?

Yanılsama

“Yalnız seni seviyorum,
yalnız sana her şeyi söyleyeceğim.
Çünkü sana ihtiyacım var.”

Dostoyevski – Karamozov Kardeşler



Yakınmak fayda getirmese de bugün, içimizde geçmişten kalma nice sevda sızıları… Zamana çivilenmek arzusunu ateşleyen, her şeyi apayrı yerlerden çıkarıp bir araya getirmeyi zorunlu kılan suskun ümit yumakları.

Yoğun bir hızla uzaklaşıyor, erişilmez oluyor her şey…

Şimdi gitmek kalmaktan zor
Şimdi saçlarım arasında parmaklarının boşluğu
“Anlasana, acılar bitmedikçe olgunlaşmak da pek işe yaramaz.” demiştin.

Uzaklıklara karşı çıkan arayışlar; hep bir unutamamak derdi. Sevdalarımıza kör düğümler atıldı, ellerimizdeki bağ cehennemlerde bile çözülmeyecek… Severek yaşamamızın bedelini hiçbir şeyle ödeyemeyeceğimiz kaygısını yaşatıyorlar bize. Acılarımızın ömür boyu süreceğini kabullenmemizi istiyorlar. Sevinç ve mutlulukları düşlerimizde bile yakalayamayacağımızı artık anlamamız gerektiğini söylüyorlar.

Yüreğimizde tüm yoğunluğuyla taşıdığımız, bilincimizde gerçek anlamını çözümlediğimiz acılarımızı mutluluklarımıza kaynak etmemizi, dert ve sıkıntılarımızla yaşamamızın varlığımızın temel gerçeği olduğunu, bu avuntuyla teselli bulmamızı öğütlüyorlar.

Her şey anlamını yitiriyor. Tüm değerlerimizi altüst etmeye çabalıyorlar.

Direniyoruz, ama her dirençli günümüz acılarımızın çetelesine birkaç çentik ekliyor. Sevgiyi yüreğinde duyumsayan her insanoğlu yaşam acılarına dünden hazır. Dünden hazır ulaşamamaya, kıvranmalara… Yok oluşa direnen beyniyle ürettiği umacıların sunduğu zehir zemberek acılara dünden hazır.

Acılarımı büyütüyor seni sevmek
Uçurum kıyılarına itiliyor umutlarım
Uzak kal benden, yaşamımın anlamı
Anlasana, yalnızca sayfalarda gerçekleşmeli intihar.

Silivri – Aralık 93

En Güzel İtiraf

(…)
“Ertelemenin şiirini mutlaka yazabilmeliyim”
demişti bir de, hatırlıyorum. Ertelemenin ta kendisi olduğunu
bir anlayabilseydi bu işi rahatlıkla başarabilirdi, inanın…
Oysa, kimi umutları küçük bir bugün adına askıya almanın
ne denli büyük bir çıkmaz olduğunu sanırım siz de bilirsiniz.”
Mario LEVI - Madam Floridis Dönmeyebilir



Ömrümün çok önemli bir bölümünü yalnızca senin düşüncenle oyalanarak geçirmişim. Kaçırdığım fırsatları, yaşayamadığım tatlı düşleri, şimdi hayıflanarak da olsa özlediğim dopdolu bir gençlik coşkusunu sadece bir ‘görüntü’ ye değişmişim ben.

“Böyle olmasını ben de istemezdim ki!” demeye kalkışma sakın. Bu, bana söylediğin tek ve son yalan olur. Sevdamı kapkara bir örtü altında yaşamaya zorlayan; uzaklıkların, yan yana bile olunsa erişemezliklerin, sana aşık olma kavramını seni sevmek gerçekliğinden daha yüce tutmayı bu sevdanın tek koşulu haline getiren bu kopkoyu acıyla avunmaya, mutlu olmaya çabalıyorum. Beynim ve yüreğim her dakika müthiş acılarla kabuk değiştiriyor. Gömlek değiştiren bir yılanın doğal acısını ben insanca yaşıyor; gönlüm ve fikrimle allak bullak oluyor, sancılarla kıvranıyorum.

Her şey silinir bir gün
Masmavi kesilir her yer
Sen çıkagelmezsin,
Ben ölebilmem…

Çözümü olmayan, çıkış yolu bulamadığım, sıyrılmaya çabaladıkça daha fazla karmaşıklığına gömüldüğüm halde sevdamı her an büyüten, anlamlandıran; elimle tutup, gözümle görmeye çabaladıkça, tutulur, görülür olmaktan uzaklaştığını kavradığım şey…

Maviye kestiğinde dört yanım
Ve gövdem masmavi artık dediğimde
Sonuncu atışında kalbimin
Çıkageleceksin;

Orda bitecek zaman.

Bu saatten sonra en güzel itiraf, hiçbir şey bilmediğimi söylemek olacak. Hiç bir şey öğrenmek niyetinde olmadığımı da.


Eylül 1993 – Silivri
Fotoğrafım
Çorlu, Tekirdağ, Türkiye
İnsan olgunlaşmaz, olsa olsa acılarını olgunlaştırır.